Uzunca bir fasıladan sonra kaldığın yerden devam etmek, kaleminin gıcırtısını yeniden işitmek süregenliğin insana verdiği emniyet duygusunu tekrar tekrar tadmak yaşanılan güzellik dönenceleri arasındaki yerini her dâim koruyor.
Seneler seneler sonra gittiğin memleketinde bıraktığın arkadaşlarınla aynı yerden devam etmek gibi…Hatta doğduklarında yanlarında olmadığın,büyüdüklerini görmediğin çocuklarının da anneleriyle bu halkaya dahil olmalarının insanda uyandırdığı aidiyet duygusunun mükemmelliğine eş bir duyumsama…Köşeyi dönünce neyle karşılaşağını bilmek,gittiğinde kimi hangi bakışla göreceğini bilmek sofraya konacak çorbanın sıcaklığını ,buyur edilmenin hangi cümlelerle yapılacağını bilmenin insana telkin ettiği sebatlık duygusu gibi…
Bunları yazarken özümde dualar arşa yükselmek için yol arıyor:”Rabbim ayağımızı dinin üzere sabit kıl”
Uğurlamanın hangi cümleyle,Hoşgeldinin hangi tebessümle olacağını bilmek …
Ne insanlar gelip geçmiş o bunu demez,o dediyse vardır bir bildiği,ben ona kefilim diye göğsüne göğüs germiş,arkasına dayanak vermiş ne canlar sır olmuşlar…
“O dediyse doğrudur” diyen Hz.Ebu Bekir’in şânı da bu değil miydi zaten…
Bıraktığını olduğu yerde bulmak…Modern hayatın bizden esirgediği insani olan taraflarımız…Köşeyi döner dönmez değişen insanlar,bir lafla değişen bakışlar,simalar…Beklenmedik laf sokmalar falan falan…Hepimizin çokça yaşadığı her seferinde eşekten düştüğü anlar…An be an değişmeler…Hiç tanımamışım ifadeleri ile tasvir edilen,hiç olmamış kişiler…
Kütüphanemde dahi aradığım kitabı yerinde bulamayınca döne döne arayan ben hayatta koyduklarım kökünden kesildiği zaman yeise düşüyorum.
“Selam verdim ,Rüşvet değildir deyü almadılar”
diyen Fuzûli de Şikayetnamesinde aynı kırılganlığın eşiğine düşmüşlüğü söze dökenlerden…
Minicik hayatımızın yatay -dikey kesitleri arasında mekan tutan veya dibi görünmez sonu bulunmaz bu koskocaman evrenin boyutları ve zamanı içine hapsolunmuşluk duygusunu birilerinin devâmı olmak duygusu ile teselli ediyorum.
Yunusumuzun bir ben vardır bende benden içeri dediği belki de bu….Ocaklarını gönüllü sürdürdüğüm erler ve hatunlar var…Deste deste kitapları ellerimde fener,gözümde gözlük,alnımda nur misali…
Kayserili Seyrâni dedemin buyurduğu gibi;
Torunuyuz bir dedenin
Tohumuyuz bir bedenin
Deryaya akan ırmağın
Katre olsam sellerine…
Bu günlerden ,hastalıklardan,hasta olma kaygıları ,gelmemeler,gitmemeler,sormamalar,
azarlanmalar,yok sayılmalar,tükenmeye ramak bırakılmaklardan müteşekkil bugünlerden yazan biri olarak şu deyim dolandı dilime;
“Ne ôd kaldı,ne ocak”
Ne ocağımız kaldı ne de ocağımızı ısıtacak dostluklar,akrabalıklar,taziyeler,gözünaydınlar, ağırlanmalar…
Paylaşılan tüm sevinçler ve acıların durağanlanmış,çöreklenmiş batağında hepsi teker teker arkasını dönmüş gidiyor…
Ey Dünya! Bunca işvene,gülüşüne,muhtac oluşumuza, uzun oluşuna ,süreğenliğine aldandık…Ocağına düştük, el Emân….
Betül Canfezâ